Zamanında izlemediğim için şansız, şimdi izlediğim için şanslı, keşke bitmese dediğim bir dizi hâline geldi Prison Break dizisi.
Birlikte büyüdüğüm, kardeşim olsa ancak bu kadar sevebilirdim dediğim insan var ismi Özkan. Bana yıllardır söyler, Prison Break kesin izle, mutlaka izle, hayatında pişman olmayacağın tek dizi diyebilirim der. Ama ben de inatlıkta var biraz (bunu da burada itiraf edeyim) izlemedim yıllar boyunca.
Kardeşim gibi diyorum ama boşa demiyorum, sağ olsun Netflix alırken beni de düşünmüş ve üyeliği iki kişilik almış. Ben de Lucifer falan izledikten sonra Prison Break dizisini gördüm, izlemeye başlayayım bakalım nasıl bir diziymiş dedim. Daha önce yorumlarını gördüm, keşke hafızam silinse de yeniden şu diziyi izlesem diye çılgınca yorumlar gördüm. Hatta bir izleyen kişi yeniden izlediğini dile getiriyor, o kadar çok övdüler ki diziyi ben de artık kendimle inatlaşmayı bırakıp izlemeye başladım.
Ben dizi veya film izlerken yaptığım şeylerden bir tanesi, diziye ilk 3 bölüm, filminde ilk serisi her şeyi anlatır diyerek başlarım ama Prison Break (Büyük Kaçış) ilk bölümü izledim ve vazgeçemeyeceğimi anladım. Dizinin muhteşem hikayesi, senaryosu ve sahneleri beni benden aldı desem yeridir. Dizinin ilk çıkış tarihinden bu zamana kadar olan sürede tam 14 yıl geçmiş, muhteşem bir zaman.
Prison Break içerisinde dikkatimi çeken birkaç konuya değinmek istiyorum. Bunlardan bir tanesi, diziye ilk giren karakterler karaktersiz rolde giriyorlar daha sonra zaman geçtikçe sanki levelleri yükseliyor, karakterleri yükleniyor gibi. Brad Bellick hapishane başgardiyanı, ilk sezon boyunca o kadar nefret ettim ki bu nefret 3. sezonun sonuna kadar devam etti. 4. sezona geldiğim vakit ise adama birşeyler olmuştu, o kadar iyi bir insan hâline geldi ki… diziyi izlerken içimden dedim, kesin Brad Bellick ölecek yoksa ihtimal vermiyorum bu kadar iyi olmasına dedim ve dediğim de gerçekleşti 4. sezonda diziye veda etti. Bu arada 4. sezondayım henüz, yavaş yavaş gidiyorum tadını çıkartmak istiyorum bir günde 4-5 bölüm izlemek istemiyorum açıkçası.
Bir diğer karakter Alexander Mahone, adam rolün hakkını veriyormuydu? Sonuna kadar hem de… Dizide şirket için çalışan Ajan rolündeydi, daha sonra 3. sezonda Sona hapishanesinde yolları Michael Scofield ile yeniden kesişiyor. Aslında aynı hapishanede Theodore “T-Bag” Bagwell, Brad Bellick ve James Whistler de var. Alexander Mahone çok büyük sıkıntılar çekiyor 3. sezonda ama ne oluyorsa 4. sezonda güzel bir karaktere bürünüyor, 4. sezonda sempati duymaya başladım.
Dizinin en çakalı, en kurnazı ve en şerefsizi Theodore “T-Bag” Bagwell karakteridir diyebilirim. T-Bag sapık, pedofili ve katil olmasa bazen kendi kendime diyorum bu adam kesinlikle Michael Scofield ile neredeyse aynı zekaya sahip diye. Çok kurnaz ve aşırı akıllı hareketleri var, bu karaktersizi bu derece öveceğimi hiçbir zaman düşünmezdim ama diziyi izleyen kişi/ler mutlaka ne demek istediğimi anlamıştır.
Dizinin en sağlam karakterli insanı bana göre Fernando Sucre diyebilirim. 4. sezona kadar geldim ama Fernando Sucre‘nin bu zamana kadar kimseyi sattığını, kimseye yanlışını görmedim. Karakter ve kişilik olarak çok güzel bir şekilde ilerliyor şimdilik, bakalım ilerleyen sezonlarda neler olur bilemiyorum.
Eğer buraya kadar okuduysanız vereceğim en güzel tavsiye, kesinlikle Prison Break dizisini izlemeniz tabii izlemediyseniz. İzleyenler de yorum kısmında kendi fikir ve düşüncelerini paylaşabilirler.